Necip Tosun ::: İMKÂNSIZ İLİŞKİ: ÖDÜL VE ADALET         
Necip Tosun
İnceleme/Eleştiri 
 
 İMKÂNSIZ İLİŞKİ: ÖDÜL VE ADALET


Kurumsallığı, devamlılığı ve yaygın kabulüne rağmen Nobel Edebiyat Ödülü de dahil olmak üzere gerek ülkemizde gerekse dünyada verilen ödüller kime, hangi esere verilirse verilsin öncelikle tartışmalara neden oluyor ve ödül alanların bunu hak edip etmediği, bu ödüllerin hangi ölçütlere göre verildiği tartışma konusu oluyor. Ama bu ödüller ertesi yıl yine veriliyor aynı tartışmalar benzer zeminde seyretmeye devam ediyor. Bu anlamda sanat edebiyatın en tartışmalı konularından birinin bu ödüllendirilme olayı olduğu çok açık.

Bu tartışmalarda ise "bu ödüllerin ölçüsü sanat ve edebiyat mı, ödüller ne kadar objektif" soruları öne çıkıyor. Bu sorulara cevap verebilmek için öncelikle bir sanat ve edebiyat eserinin doğasını, onu değerlendirme ölçütlerini ortaya koymak gerekiyor. Kuşkusuz bir yazar eserini ödül saikiyle oluşturmaz. Ödül, edebiyat dışı, onun doğasında olmayan bir şeydir. Eser, doğası gereği, estetik özerklik düzlemi içinde özgür ve bağımsız bir şekilde oluşur. Sanat / edebiyatın estetik özerklik alanını bozan, işleyişine yapılan dış müdahaleler, sanatı doğasından uzaklaştırır. Sanat üzerindeki her türlü yönlendirme, baskı ve denetimler sanatsal özgürlük ve özerkliğin temel kısıtlayıcısıdır. Yazar; bildiği, var olduğuna inandığı bir varlığı yeni bir biçimle, okur için "görünür kılma" peşindedir. Çözer, deşifre eder, bu dağınık parçalardan yeni bir estetik bütünlük çıkartır. Kendisinden kopartarak bağımsız bir hayatiyet oluşturur. Bir sanat eseri, öncelikle sanat eseri olmakla yükümlüdür. Bu anlamda yazar eserini oluştururken daha sonra oluşacak olaylardan, değerlendirmelerden bağımsız olarak hareket eder. Bir eserin oluşumunda etkisiz olan bir ölçüt doğuştan sonra da bir etkide bulunamaz.

Ne var ki bir eserin ortaya çıktıktan, okura sunulduktan sonra değerine ilişkin bir söz, yargı, analiz de kaçınılmazdır. Eser dışa yönelik olarak oluşturulduğuna göre onun değerlendirilmesi de aynı şekilde doğaldır. Bu da ancak eleştiri ile mümkün olabilecektir. Ödüller de eserinin iç oluşumundan farklı, bu dış değerlendirmelerden biridir. Burada da bir edebiyat eserinin değerini hangi ölçütlerle hakkıyla ölçebiliriz sorusunun cevabının verilmesi gerekir.

Sadece edebiyat odaklı, estetik değerlerin tek ölçüt olduğu, emeğin karşılığının verilmesine yaslı, değer ve hak bilir bir ödülün varlığı elbette edebiyata katkıda bulunur. Ancak dost ahbap ilişkileri, ideolojik birliktelik, yandaşlık, yayınevi pazarlamacılığı ve kayırmacılığın temel tercih olduğu bir ödüllendirme tartışılır, tartışılmalıdır. Bu anlamda yerleşik, adil ve nesnel davrandığı konusunda herkesin üzerinde ittifak ettiği, jürisine güvendiği prestijli edebiyat ödülleri sağlıklı bir edebiyat ortamında anlaşılabilir bir şeydir. Ancak taraflı, tek gözlüklü, ideolojik edebiyat ödüllerinin ne edebî kamuya ne yazara ne de esere hiçbir yararı olmaz. Aksine değersizi değerli, değerliyi değersiz hâle getirdiği için olumsuz bir etkisi olur. Ancak yaşananlar göstermiştir ki, anlık, zamansal dönemler hariç, başarısız bir yazarı, kötü bir kitabı ödüller edebiyat dünyasına sokmayı başaramamış, geleceğe aktaramamıştır. Tam tersine ödül almamış bir yazarı, kitabı da edebiyat dünyasından silememiştir.

Ödül değerlendirmelerinde farklı anlayışlardan, yöntemlerden hareket edilerek eser ele alınır. Ancak kimi edebiyat ödülleri için bazen ölçütler belirlenir eserler de bu ölçütler çerçevesinde değerlendirilir. İnsancılık, yenilik, yüksek estetik düzey, dili kullanma bu ölçütlerden bazılarıdır. Ama bunların yine de kime ve neye göre sorusuyla boşluğa düşen soyut ölçütler olduğu söylenebilir.

Dünyanın en itibarlı ve köklü ödülü kabul edilen Nobel Edebiyat Ödülü için bile aynı tespitleri yapmak mümkündür. Nobel Edebiyat Ödülleri'nde, edebî yeterlilik göz önünde tutuluyor dense de politik mesajlar veren yazarların tercih edildiği ve her dönemde edebiyat ödülünün politik bir tercih ve mesaj olduğu değerlendirmeleri yapılır. Aslında verilen Nobel Edebiyat Ödülleri'nde diğer dallarda değil de en çok tartışmanın edebiyat ödüllerinde yaşanması boşuna değildir. Çünkü edebiyat ödülü için somut gerekçelere ihtiyaç yoktur. Kimseye de hesap verilmez.

Nobel Edebiyat Ödülü kazanamayan yazarlara baktığımızda olay daha da netleşir. Lev Tolstoy, Marcel Proust, James Joyce, Rainer Maria Rilke, Franz Kafka, Anton Çehov, Virginia Woolf, Mark Twain, Katherine Mansfield, Jorge Luis Borges, Bertolt Brecht gibi isimlerin Nobel Edebiyat Ödülü almamış olması aslında her şeyi açıklamaktadır. Bu yazarlar Nobel almadılar ama alanların çoğundan daha fazla dünya edebiyatına katkıda bulundular.

Tolstoy'un dinî görüşleri, Borges'in cunta rejimlerini kınamaması, Henry Miller'ın cinsel yaklaşımları nedeniyle ödüle layık görülmediği biliniyor. Tolstoy 1901 ve 1902'de Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterilmiş ancak ödülü kazanamamıştı. Tolstoy'un cevabı yerindedir: "Umrumda bile değil." O sene ödül Tolstoy yerine Fransız bir şaire verilmiştir: Sully Prodhomme. Aslında ödül olayını bu örnek çarpıcı bir şekilde açıklamaktadır. Artık kaybedenin Tolstoy kazananın Sully Prodhomme olduğu bir ödüllendirmenin güvenirliği elbette tartışılacaktır. Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat Ödülü almasıyla birlikte ödülün siyasi mi yoksa edebî ölçütlerle mi verildiği bir kez daha tartışılmış, Pamuk'un "Türkiye'de bir milyon Ermeni, otuz bin Kürt öldürüldü" sözüyle Pamuk'un ödül alması arasında ilişki kurulmuştu. Müslüman ülkelerden 2006 yılına kadar sadece Mısırlı Necip Mahfuz ödüle layık görülmüş onun da aynı gerekçelerle ödüllendirildiği tartışılmıştı. Necip Mahfuz'un İsrail'le yapılan barış anlaşmasını desteklediği için pek çok Müslüman ülkede eserleri yasaklanmış, özellikle siyasi tutumu geniş tepkiler görmüştür. Mısır halkının birikimlerine, inançlarına karşı oryantalist bir gözle bakıp Batıcı bir tavır sergilemekle suçlanmış, bu yüzden Necip Mahfuz'un Nobel alışı kendi ülkesinde de tıpkı Orhan Pamuk gibi siyasi mesajlarına ve bu tutumuna bağlanmıştır.

Bu anlamda Nobel Edebiyat Ödülü'nün ölçütleri her zaman tartışılmış hatta bazen alay konusu yapılmıştır. Orhan Pamuk, kendisinin Nobel Edebiyat Ödülü alacağını bir İngiliz eleştirmenin yıllar önce bildiğini, Kara Kitap konusunda yazdığı bir yazıda bunu alay ederek izah ettiğini belirtir: "Romanın dilinin, konusunun tuhaflığını, anlaşılmazlığını tartışma konusu yapan polemikler açıldı. Bunlardan birinde, sivri dilli bir İngiliz eleştirmen böyle sıkıcı bir kitabı yalnızca Fransızların sevip okuyabileceğini ve İsveçlilerin de ünlü ödüllerini vereceklerini yazmıştı, alaycılıkla. Bu kehanet de on iki yıl sonra kitabın ruhuna uygun bir şekilde ortaya çıktı. Kırka yakın dile çevrilen Kara Kitap en çok Fransa'da sevildi ve Nobel jürisi başkanı da en çok bu romanımdan etkilendiklerini 2006 yılında ödülü duyurduktan hemen sonra açıkladı."

Ödül kazanan bir yazar bu ödülün sadece kendisinin hakkı olmadığını, ödüllendirmede yazarlık dışında pek çok olayın, durumun da etkili olduğu bilinir. John Steinbeck 1962'de aldığı ödülle ilgili konuşmasında pek çok yazarın ortak duygularını anlatır: "Kalbimde Nobel'i çok saygı duyduğum diğer edebiyat insanlarından daha çok hak edip etmediğime dair şüphe var ama yine de ödülü aldığım için keyif ve gurur duyduğumu saklayamam." Hemingway de Nobel konuşmasında benzer şeyler söyler: "Bu ödülü almamış büyük yazarların olduğunu bilen bir yazar, ödülünü alçakgönüllülükten başka hiçbir şekilde kabul edemez. O yazarların listesini yapmaya gerek yok. Sanırım buradaki herkes kendi kanaati ve vicdanı doğrultusunda bir liste oluşturabilir." Pearl S. Buck Nobel Edebiyat Ödülü'nü alırken ödülün asıl sahibinin Virginia Woolf olması gerektiğini söyler. William Faulkner Nobel Ödülü'nün kendisine değil eserlerine verildiğini ifade eder: "Bu ödülün şahsıma değil, çalışmalarıma verildiğini düşünüyorum. Izdırap ve terle yoğrulmuş gayesi, zafer kazanmak, hele ki kâr etmek asla olmayan; tek gayesi, insan ruhunun daha önce yaratmadığı metinler yaratmak olan çalışmalarıma. Aslında bu ödül bana emanet edildi."

Jean-Paul Sartre ise 1964'te kendisine verilen Nobel Ödülü'nü reddeden yazarlardandır. Sartre ödülü reddediş sebebini şöyle açıklar: "Ödülü reddediş sebeplerim İsveç Akademisiyle yahut Nobel Ödülü'yle doğrudan doğruya ilgili değildir. Bunu, akademiye yazdığım mektupta da belirttim. Bu tutumun temelinde benim, yazarın görevine dair anlayışım var. Siyaset, topluluk yahut edebiyat meselelerinde bir tutumu benimseyen yazar, bence ancak kendi imkânlarını, yani kalemini ve kâğıdını kullanmalıdır. Kabul edeceği her paye, okuyucularını bir etki karşısında bırakır ki, işte ben bunu istemiyorum. İmzamı 'Jean Paul Sartre' olarak atmakla, 'Jean Paul Sartre 1964 Nobeli' diye atmak aynı şey değildir, diyorum." Nobel Ödülü'nün bazen bir teşvikten daha çok bir taçlandırma, final işlevi gördüğünü söylemek mümkündür. Değilse 2007'de 87 yaşındaki Doris Lessing'e Nobel Edebiyat Ödülü verilmesinin başka bir anlamı olamaz.

Hiç şüphesiz her ödülün hem siyasi hem de edebî bir mesajı vardır. Bu anlamda ödülü kim veriyor, bu vakte kadar kimlere vermiş ve jüri kimden oluşuyor sorularının cevabı verilecek olan ödülün de kimliğini, yönelimini belli eder. Burada asıl önemli olan jüridir. Kuşkusuz jüriyi nasıl oluşturursanız ödülü de öyle verirsiniz. Bu anlamda jüriyi aynı eleştiri anlayışına, aynı bakış açısına, aynı dünya görüşüne sahip insanlardan seçerseniz aşağı yukarı kime / kimlere ödül vereceğinizi de belirlemiş olursunuz. En azından kimlere vermeyeceğiniz baştan belli olmuştur. Dolayısıyla ülkemizdeki edebiyata ideolojik bakış hesaba katıldığında bu ödüllerin düzenleyici kişilerin / kurumların edebî ve siyasi beklentilerine hizmet edeceği açıktır. Zaten bu ödüller onun için yapılır. Bir başka deyişle jüri değişikliğiyle bambaşka sonuçların çıkması kaçınılmazdır. Aslında aynı ideolojik görüşten insanlardan oluşan bir jüri belirlendiğinde o ideolojik görüşteki yazarlar, sanatçılar arasında geçen bir ödüllendirmeden bahsediyorsunuz demektir. Adalet belki bu aynı görüşteki yazarlar / sanatçılar arasında sağlanabilir. Ancak edebiyatın tek değer ölçütü olduğu bir ödüllendirme mümkün olsa bile burada da edebiyat anlayışları farklılaşacağından yine bir adaletten söz etmek mümkün olmayacaktır. Bu kez de farklı edebiyat anlayışları, farklı ölçütleri uygulamaya sokacaktır. Ödüllendirilme yine tartışılacaktır.

Sezai Karakoç'a 2011'de Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, 2006'da da Kültür Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verilmişti. Ahmet Necdet Sezer'in Cumhurbaşkanı olduğu Köşk, Sezai Karakoç'a bu ödülü verir miydi? Diğer yandan Kamer Genç'in Kültür Bakanı olduğu bir Bakanlık Sezai Karakoç'a bu ödülü verir miydi? Ya da Rasim Özdenören'e Yunus Nadi Ödülü verilir mi? Tüm bu sorulara "mümkün değil" cevabını veriyorsak o zaman tüm bu ödüllerin en azından tartışmaya açık bir yanlarının bulunduğunu kabul etmiş oluyoruz demektir. Çünkü ödülü veren irade istediği kişiye ödülü verebiliyor, kimseye de bu konuda sorumlu değilse bu anlamda ödülün, nitelik, değer, sıralama açısından bir ölçüt olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu nedenle ödül edebî değer anlamında bir anlam ifade etmez. Çünkü bu karar genel edebî kamunun kararı değil sadece seçiciler kurulunun kararıdır ve böyle bakılmalıdır. Onların seçimini edebî kamu yapmadığına göre geneli bağlamaz sadece jürinin tercihini yansıtır. Jüriyi önemseyen insanlar da bu beğeniye göre ödül karşısında kendini konumlayabilirler. Ya da jürinin edebî tercihlerini bilip benimsemeyenler ise ödülü ciddiye almazlar.

2012 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü için ödüllendirilme ölçütü şöyle açıklanmıştır: "Kansu'nun şiir anlayışı göz önüne alınarak, çağdaş bir dünya görüşü ve dil bilinci temel ölçüt olacaktır." Buradaki ödüllendirmede bir eserin "çağdaş dünya görüşü"nü taşıması temel bir ölçüt olmaktadır. "Çağdaş bir dünya görüşü"nün edebiyat eserinde temel bir ölçüt olması mümkün müdür? "Çağdaş dünya görüşü" ne demektir? Bunun net bir şekilde günümüzde algılandığı şekliyle edebiyat, sanat dışı bir ölçüt olduğu açıktır. Ama yine de bu duyuruyu samimi görmek gerekir. Çünkü düzenleyiciler daha baştan kime ödül vermeyeceklerini belirterek tavırlarını ortaya koymuş oluyorlar. Bu anlamda ödülün ideolojik bir tutum takınacağı "açık olarak söyleniyor" demek daha doğru.

Peki bir ödül adil olabilir mi? Bu sorunun cevabını vermek o kadar da kolay değildir. Nitelikli jüri, itibarlı kurumca verilmesi, geniş araştırmaya dayanması, ideolojik angajmanları aşan bir yaklaşım... Belki... Jürinin her ödüllendirme döneminde değişmesi, yenilenmesi de ödülün aynı anlayışın bir yansıması olmasını engelleyici bir işlevi olduğu açıktır. Ama bütün bunları bir araya getirmek de o kadar kolay değil. İsmet Özel TYB 2005 Üstün Hizmet Ödülü aldığı törendeki ödül konuşmasında ödülün mutlaka bir para değeri olmasını savunmuş, farklı ülkelerden örnekler vermişti. Hatta bunun kimi ülkelerde aynî olarak verildiğini örneklemişti. Kuşkusuz ilk bakışta ödüle saygınlık kazandırmanın bir yolunun para olmasının kabullenilmesi zor olsa da bir gerçektir. Ne yazık ki ödül ile saygınlık arasında bir ilişkinin varlığı aşikârdır. Yüklü para ödülü olan ödüllerin aynı zamanda itibarlı olduğunu da görürüz. Bunların başında da Nobel Edebiyat Ödülü gelmektedir. Nobel Ödülü'nün saygınlığının arkasında hiç şüphesiz verdiği yüklü para gelmektedir. Öncelikle bu para yüzünden pek çok yazar ödülü reddetmeye yanaşmamış, para ödülü sadece yazar için değil, kamuoyu ve basın için de çekici gelmiştir.

Mustafa Kutlu, Sıradışı Bir Ödül Töreni'nde sanat ve edebiyat ödüllerini ironize eder. Bir karnaval anlatımı çerçevesinde, insanların yükselme tutkularını, her şeye para gözüyle bakmalarını hikâye eder. Küçük bir kıyı kasabasını bir turizm cenneti hâline getirmek için müteşebbis ruhlar harekete geçer. Tüm amaçları buranın ticaretini geliştirmek ve zengin olmaktır. İlgiyi kasabalarına çekmek isteyen yöneticiler, "Türkiye Kafadanbacaklılar Derneği Ödülleri" adı altında edebiyat, sinema, tiyatro, fikir vb. ödülleri vermeyi kararlaştırırlar. Ödüllendirdiklerinden biri de maliyeci Aziz Bey'dir. Aziz Bey'e ödül dört ciltlik Maliyeci Yazarlar Ansiklopedisi kitabı için verilir. Kitap, doksan yaşındaki bu yazarın ödül almak için yaptığı mücadeleyi öne çıkarır. Ömrünün sonunda gelen ödül onu hayata bağlar. Ve sıra ödül törenine gelir. Sırasıyla ödül alanların üzerinden bir Türkiye panoraması çıkarılır. Kutlu'nun bu uzun hikâyesi Türkiye'de ödül olayının nasıl istismar edildiğini anlatan emsalsiz bir ironidir.

Bütün bunlardan dolayı ödülün yazara ve edebî kamuya dönük yüzünden çok genel kamuya ve okura, yayıncıya dönük bir yüzü olduğunu söylemek mümkündür. Kuşkusuz bunda da ödülü kimin verdiği, hangi ödülün olduğu da önemlidir. Eğer ödül veren kurum, kuruluş, kamuda itibarlı, ödül bilinen bir ödül, saygın ve itibarlı ise o vakit öncelikle yazarının okur tarafından tanınması ve kitabın da satış şansının artırılması gibi bir etkisi olacaktır. Ama hiçbir şekilde bu ödül edebî değer açısından bir tescil anlamı taşımayacaktır. Edebî kamuda ise özellikle yazarlar arasında belirleyici, bağlayıcı bir etkisi olmayacağı söylenebilir. Sonuç olarak ödül ile adalet ve değer arasında herhangi bir ilişki yoktur. Nobel gibi etkisi, önemi büyük olan ödüller dışında yazara yazma coşkusu vermesi, eserin yankısını artırması ve yayıncı için satışların artması dışında bir anlamı yoktur. Ödüller tek başlarına eserin değerine ilişkin bir ölçü olamazlar. Bir başka deyişle bir edebî esere ödül vermek o edebî esere bir değer katmadığı gibi ödül verilmeyen eserlerin de değerini azaltmaz. Ödül olsa olsa o eserin okura ulaşmasına katkıda bulunur, yazarına şevk ve memnuniyet hissi verir. Çünkü ödül, eserin dışında cereyan eden bir durumdur ve eser tarihsel serüveninde kendi kaderini yaşar.


Yayın Tarihi : 10.12.2019

 
         
Yorum yazmak isterseniz...
İsim
@-posta Adresiniz
@-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
Yorumunuz
Güvenlik kodu
 
  Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır
 
Okunma Sayısı: 2098